Okumak mı Zor, Anlamak mı?

Türkiye İstatistik Kurumu – TÜİK’den alınan en son verilere göre Türkiye’de 4 milyon 900 bin kişi okuma yazma bilmiyor-muş.

Bu veriler 2008 yılına ait. O zamandan bu zamana neler değişti, okuryazar sayısı nedir, kişi başı kitap okuma sayısı ne durumdadır bilemiyorum… Fakat değişmeyen bir gerçeği size söyleyebilirim; okuduğunu anlayanların sayısı çok az.

Bunu neye dayanarak mı söylüyorum? Hemen birkaç örnekle size aktarayım…

Bir müşterim benden 2.el araç stok listemizi istedi, kendisine e-posta adresini verirse listeyi gönderebileceğimi söyledim. Birkaç teknik arıza sebebiyle işyeri e-posta adresimden göndermem mümkün olmadı. Çok fazla kullanmadığım halde -müşterimizi bekletmemek adına- listeyi kendi şahsi e-posta adresimden gönderdim. Mesajımın alt bölümüne de kalın ve büyük puntolarla okunabilir şekilde şunları yazdım:

Bu bilgileri teknik arızalar nedeniyle kendi özel e-posta adresimden gönderiyorum. Sorun kısa sürede çözülecektir. İşyeri e-posta adresim h…y… @ … com.tr şeklindedir. Lütfen cevaplarınızı işyeri e-posta adresime gönderiniz. Anlayışınız için teşekkür ederim.”

Sonuç olarak müşterim bana özel e-posta adresimden cevap yazdı :)

***

Türkiye’nin çok önemli ve donanımlı bir eğitim kurumuna bir e-posta gönderdim. İçeriğinde açık ve net olarak “Öğrencimizin e-posta adresine giriş şifresi tarafımıza iletilmemiştir, gereğini bilgilerinize…”  yazdım. Cevap geldi:

–       Sayın Veli, SMS’lerinizi dikkatli okuyunuz.

İyi de ben SMS’leri çok dikkatli okumuştum ve böyle bir bilgi yoktu. Sadece internet sitesindeki şifreli alana giriş bilgileri gelmişti. İsteğimde ısrar ettim ve gelen cevap:

–       Size daha önce de SMS ile göndermiş olduğumuz internet sitemizdeki şifreli alan ve öğrenci bilgileri dosyasına giriş şifresi aşağıdaki gibidir…

Ya sabır!.. Ben diyorum “Ankara”, sen diyorsun “Nerem kara”. Ben size internet sitesindeki öğrenci bilgileri alanına giriş şifresini sormadım ki; e-posta adresine giriş şifresini sordum.

Bir yandan “Acaba ben mi yanlış anlıyorum?” diyordum. Bir yandan da “Yok canım, bu kadar da aptal değilim, ben ne istediğimi biliyorum.” diyordum. Neyse ki birkaç telefon görüşmesinden sonra ne demek istediğimi anladılar ve e-posta adresine giriş şifresini verdiler de huzura erdik.

***

Katılmış olduğum bir eğitim sırasında bize 20 sorudan oluşan bir sayfalık anket formu dağıtmışlardı; başladık soruları cevaplamaya. Boşlukları dolduruyoruz, şıkları işaretliyoruz… Derken (çok zaman oldu, şimdilerde hatırlamıyorum) 11. veya 12. soru olabilir, şöyle bir soru geldi:

–       Ayağa kalkınız ve yüksek sesle isminizi söyleyiniz.

Bu soruya gelen herkes ayağa kalkıp ismini söylüyor ve tekrar oturup soruları çözmeye devam ediyordu. Hareketlilik bitince eğitmen sordu:

–       Bitti mi arkadaşlar?

Birkaç kişi süre istedi, eğitmen:

–       Süreye gerek yok arkadaşlar, zaten sorular sizde kalacak. Hem amacımıza da ulaşmış olduk.

Herkes merakla eğitmeni dinliyor, ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Ne olmuştu da amacımıza ulaşmıştık? Eğitmen devam etti:

–       Şimdi hepinizden kâğıdın üst tarafında, adınızı ve soyadınızı yazdığınız yerin hemen üzerindeki açıklamalar bölümünün altında yazan yazıyı okumanızı istiyorum.

Okuduk ve gördük ki;

“Lütfen soruları cevaplamadan önce sayfayı başından sonuna kadar dikkatlice okuyunuz” yazıyordu. Abartmıyorum, neredeyse sınıfın tamamı bu yazıyı okumayı atlamıştı. Eğitmen sınıfı gafil avlamıştı, devam etti:

–       Şimdi kâğıdın en altındaki yazıyı okuyun.

Aynen şöyle yazıyordu:

“Okumanız bittiyse kâğıdı ve kalemi bırakın, hiçbir şey yapmadan arkanıza yaslanın.”

Eğer ki katılımcılar kâğıdın en üstündeki açıklamayı okuyup yazanlara riayet etselerdi ve en son satıra kadar sabırla ve dikkatle okuyup bekleselerdi, kimse ayağa kalkıp adını söylemeyecek ve soruları cevaplayarak zaman kaybetmeyeceklerdi…

Okuyup Anlayana!

H. Hüseyin YAYLA

Hüseyin Yayla Kimdir?

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir