Üç’ün Bir’i
Bu hafta sizlere 3 ana konuyu aktarmaya çalışacağım. Bunların içerisinden birisi diğerlerine göre daha ağır basıyor. Bakalım hangisi… :))
23-25 Şubat’ta Uludağ’da yapılan Renault2 Konvansiyonu programının 3. gününde ve son ayağında Oyak-Renault otomobil fabrikalarındaydık.
Güzel bir gezi oldu; ilk üretilen araçtan son üretilen (4,5 milyonuncu) araca kadar görme şansına sahip olduk.
Gezi sırasında aldığım notlar içerisinde en dikkat çekici olanın 1.000 kişiye düşen 135 adet araç ile halen doymamış bir Pazar olduğumuzu söyleyebilirim.
En başta 592 adet ile Almanya gelmektedir. Sırasıyla 587 adet ile ispanya, 531 adet ile Polonya, 408 Bulgaristan, 250 Romanya, 155 Dünya, 135 Türkiye ve 41 adet ile Çin gelmektedir.
Benzer ülkelerdeki (özellikle Bulgaristan) araç sahipliği oranına ulaşmak için Türkiye’de 15 milyon araç satılması gerekiyor.
Geçtiğimiz yıllarda rekorlar kırıldığını ve en son 2013 yılında otomobil ve hafif ticari araç toplam pazarında 853 bin adet araç satıldığını ele alırsak yaklaşık 18 yıl beklemek durumunda olduğumuz sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu sürecin uzamasının en başlıca nedeni alınan yüksek vergilerdir. Halen ülkemizde en düşük motor kapasitesine sahip (<1600cc) otomobiller üzerinden %65 (ötv+kdv) vergi alınmaktadır. Bu değer AB ortalamasında %18’dir. Yine hafif ticaride ülkemizde %36 olan vergi oranı AB ortalamasında %18’dir.
Yine başka bir açıdan olaya yaklaşırsak Türkiye araç üretiminde dünyada 16. sırada yer almaktadır. Bizim alt sıralarımızda sırasıyla Endonezya, İran, Slovakya ve Arjantin yer alırken üst sıralarımızda Çek Cumhuriyeti, İngiltere, Fransa, İspanya, Rusya, Kanada, Tayland, Meksika, Brezilya, Hindistan, Kore, Almanya, Japonya, ABD ve Çin bulunmaktadır. Bu değerler bize ülkemizde yapılacak daha çok iş olduğunu göstermektedir. Özellikle fabrikayı gezerken tanık olduğumuz iş gücünü dikkate alırsak yapılacak yatırımların işsizlik sorununa da çare olabileceğini söyleyebiliriz.
Oyak-Renault fabrikalarının en büyük özelliklerinden birisi de 60 adet/saat üretim yapılabilme kapasitesidir. Bu çok iddialı bir rakamdır.
Bunun dışında başka bir çarpıcı örnek ise bir banttan aynı anda birden fazla araç çıkabilmesidir. Yani anlayacağınız gibi Fluence, Clio ve Megan’ın peşpeşe aynı banttan indiğini görebilirsiniz.
Sizlere son ve çarpıcı bir bilgi olarak şunu söyleyebilirim ki artık ülkemizde motor yapılabilmektedir! Şimdilik bütün bir şekilde dışarıdan gelen blok işlenebilmekte ve istediğimiz özelliklerde ve ölçülerde motor yapabilmekteyiz. 2015 yılına kadar bloğu da üretebilecek duruma geleceğimizi edindiğim bilgiler doğrultusunda rahatlıkla söyleyebilirim.
Rakamlar ve veriler sizleri sıkmış olsa da çok önemli olduklarını düşündüğüm için sizlerle öncelikli olarak paylaşmak istedim.
Bu veriler aklımıza “neden kendi aracımızı kendimiz üretemiyoruz?” sorusunu getirebilir.
Hayırlısı diyelim ve gelelim biraz da gözlemsel değerlendirmelerimize…
Bizler öncelikle ön kapıda çok güler yüzle karşılandık. Geleceğimizi biliyorlardı, hazırlıklar çok iyiydi. Küçük bir kokteyl sonrası konferans salonuna geçtik, biraz bilgilendirme sunumu sonrasında kılık kıyafet değişikliği ile fabrikayı gezmeye başladık.
Sizlere az önce vermiş olduğum veriler bu sunum sırasında aldığım notlardan oluşmaktadır.
İlk önce kaporta-boya atölyesini, sonrasında sırasıyla montaj ve motor atölyelerini gezdik.
Her bölüme girerken ve çıkarken güler yüzlerle karşılandık ve uğurlandık. Hepsi de geleceğimizi biliyorlardı ve hazırlıklıydılar. Gezi sırasında bölüm yetkilileri bizlere detaylı bilgiler aktardılar. Akıcı ve doyurucu bilgiler eşliğinde keyifli bir gezi yaptık.
Belki sizler de fark etmişsinizdir, sürekli üstüne basarak söylüyorum ki karşılama ve hazırlıklar çok etkileyiciydi. Bir başka dikkatimi çeken olay ise herkesin bir sorumluluk alanı ve işi olmasıydı. Gezi sırasında arkadaşlarımla da paylaştığım şeyi sizlerle de paylaşayım; herkesin tek bir işi yapmasından dolayı işte böylesine iddialı ve muhteşem işler çıkmaktadır.
Oysaki son zamanlarda oluşmaya başlayan bir sistem var ülkemizde; bir kişi üç kişilik çalışsın diye bir şey çıkardılar. Hal böyle olunca da işler arap saçına dönmeye başladı. Çalışan mutsuz, işveren mutsuz, en önemlisi de müşteri mutsuz olmaya başladı.
Fabrikada gördük ki herkes işini yaptığında ve tek bir iş yaptığında gayet de güzel sonuçlar çıkmaktadır.
Neden kurumsallaşamıyoruz sorusuna belki de en güzel cevaplardan birisi bu olabilir. Bir kişiye bir iş mi? Bir kişiye üç iş mi?
Benden söylemesi bu kadar, gerisi sizlerin yorumuna kalmış…
Ben konuların üçünü de önemli buldum, alınan yüksek vergiler, kendimize üretemediğimiz otomobiller ve çalışanın ızdırabı :)))) Elinize-kaleminize sağlık, yine çok güçlü bir konu ve aktarım, teşekkürler…
üçünde de ortak nokta, iş bilenin kılıç kuşananın… Kalemine sağlık.
”sorumluluk alanı” işte bu…fakat sorumluluk alanı verilen personelinde iyi yetişmiş olması, halkayı zayıflatmaması gerekir. Güçlü iyi yetişmiş elemanlarla her iş başarılır. Tabii herkese bir iş verilerek bu en temiz şekilde yapılır. Kalemine sağlık…
İyi yetişmiş elemanlarla hem üretim hem de kazanç sağlanır. Ancak doğru kişilere sorumluluk vermek gerekli aslında.