Serin Lig Kardeş!

Çokça dile getirilen eğitim yöntemlerini birçoğumuz sıkça duymuşuzdur.  “Gerçek hayatta bu ne işimize yarayacak”, hemen hemen herkesin sorduğu bir sorudur eğitim öğretim periyotlarında. Futbol gerçek hayatta bize ne fayda sağlıyor sorusunu kendime sıkça soruyor olmama rağmen başlıktan da anlaşıldığı üzere futbolla ve futbolun gerçek hayattaki ve ülkemizdeki yeriyle alakalı bir yazı kaleme aldım. Havalar hazır ısınmaya başlamışken bu serin lig kardeş başlığı da nesi diye düşünenler olmuş olabilir. Konu çok hava durumlarıyla alakalı değil başta tüyo vereyim.

Günümüz pratiklerinde spor kulüpleri anonim şirket yapısındalar.  Futbol kulübü, tedarikçi şirketler, marka ve ürün sponsorları, taraftarlar derken milyonlarca kişiyi ilgilendiren milyarlarca liralık bir sektör haline gelmiş bulunmaktalar dünyanın birçok yerinde. Hal böyleyken endüstriyel futbolu hizmet sektörü olarak tanımlamak çokta yanlış olmayacaktır. Bu perspektifle değerlendirecek olursak, sunulan hizmeti en yalın haliyle futbol maçı olarak kabul edebiliriz. Bunun oluşması için gerekli girdileri, futbolcular (çalışan), teknik direktör (yönetici),  hakemler (bağımsız denetçi ya da rekabet denetleme kurulu memuru), stadyum (tesis), kulüp başkanı (ceo) kulüp çalışanları (diğer çalışanlar) ve televizyon yayını. Neticesinde oluşan çıktıları ise, maç bileti, forma ve çeşitli aksesuarlar, sponsor gelirleri, maç gelirleri (yayıncı kuruluş). İşin karıştığı nokta tam da burası oluyor.

Bundan sonraki kısmın özellikle iyi anlanması, yazının anlaşılması için büyük önem arz etmekte. En yalın haliyle doğal olarak sunulan hizmeti “futbol maçı” olarak belirtmiştik. Profesyonel bir işletme olduğumuz için ilk olarak sormamız gereken soru, taraftarı-müşterisinin bu hizmetten beklentileri ne olacaktır. Birinci olarak kaliteli ve keyifli bir futbol müsabakası, ikinci olarak taraftarı-müşterisi olduğu takımın kazanması bakın birinci olarak kazanmak demiyorum burası çok önemli ve zaten film burada kopuyor. Futbolu ve hayatı, skordan, rakamlardan ve kazanmaktan ibaret sananlar gerek özel hayatlarında gerekse şirketlerinden mutsuz olmaya mahkûmlardır. Neden skor ve galibiyet en önemli değil çok basit örnekle açıklamak isterim.  Bildiğiniz üzere futbolun alt sektörlerinden birisi olan elektronik futbol oyunları sektörü günümüzde giderek gelişmekte ve milyonlarca insan tarafından oynanmakta. Bu oyunlar piyasaya sürüldüklerinden beri çeşitli zorluk derecelerine sahipler. Kısaca bunları başlangıç, orta ve zor seviyeler olarak sınıflandırabiliriz. Eğer temel amaç gerçekten galip gelmek olmuş olsaydı bütün oyunlar sadece kazanmak üzerine ve en basit şekilde kurgulanırdı. Kazanma arzusu insanoğlunun genetik kodlarında kalın harflerle yazılmış olabilir ve insanoğlu kazanmak için illegal yöntemlere de başvurabilir bizim burada savunduğumuz tez olan kaliteli futbol izleme arzusu taraftar için bir tutkuya işaret eder ki bu Maslow’un piramidinde de belirtildiği üzere kişinin kendini daha fazla gerçekleştirmiş olmasıyla ilgilidir. Zaten en sadık taraftarlarda bu tutkuyu takımlarıyla birlikte yaşayanlardır. Kazanma hırs bir çeşit bağımlılıktır ve insan beyninde önemli derecede hakimiyet fonksiyonu vardır. İnsan, beynine hakimiyet kuramıyorsa, gerçekten sahip olması gereken duygu ve nesnelerin farkına asla varamaz ve hep bir arayış içerisinde hayatının sonuna gelmiş olur . Boş statlarda oynanan müsabakaların nedeni, “gerçek taraftarlar kitlesine” sunulamayan tutkudur  . Hatta burada futbol kulüplerinin asli görevi kendi tutkularını müşterilerine-taraftarına yansıtmaktır.  Aslında işin özünde paradoks gibi görünse de birbiriyle bağlantılı o kadar çok nokta var ki. Örneğin profesyonellik kavramı ve tutkuyu birlikte düşünemiyoruz. Bugün Apple’nın ürünleri için uzun kuyruklara giren müşterilerinin ve o ürünleri dünyanın en iyisi (teknik spektlerden bağımsız olarak) yapan çalışanlarının aynı tutkuya sahip olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.  Dünyada futbol (çeşitli spor alanları da dahil) kadar hiçbir hizmetin para kazanması tutkuyla bu kadar iç içe olması beklenemez.  Diğer bütün ürünlerde tutku dışında da birçok özellik ve ölçüt ararsınız (eğer o ürünün tarikatına bütün benliğinizle bağlı değilseniz).  Kısaca tutku olmayan futbolda TFF de Lig TV de kulüpler de, kendi çalıp kendi oynamaya mahkûmdur. Statlara da sadece akbabalar konar. Özetle müşterinin/taraftarının ne istediğini anlayabilmek bu noktada en elzem gereksinimdir.

Konu çok dağılmadan yukarıda filmin koptuğu yer diye değindiğimiz noktaya gelelim. Film derken tiyatral bir kurgudan bahsedildiği algılanabilir ki son derece doğru ve yerinde bir algılama olacaktır. Ne demiştik taraftar/müşteri futbol maçının oluşmasıyla bir hizmet satın alır. Bu hizmetin kısaca kalitesinden ve etkenlerinden bahsettik. Burada aslında minör olmasına rağmen oldukça irdelenmesi gereken bir hizmet daha var. O da dijital yayınlar. Ana hizmetin (futbol maçının) çeşitli mecralardan sunulması olarak adlandırabiliriz. Bu hizmete istinaden abone/müşteri/taraftardan gelirler elde edilir. Bu gelirlerin bir kısmı kulüplerle ve federasyonla paylaşılır bir kısmı ise “yayıncı kuruluş”a kar olarak geri döner. Burada müşteri kimdi? Taraftar, taraftar ne istiyordu tutku! Eşitliğin sağ tarafında kalan eleman her zaman taraftar. Taraftar ne kadar çok artarsa verilen hizmet kalitesi de o derece artmış demektir. Yani eşitliğin sol tarafındaki hizmetlerin kalitesiyle taraftar doğrudan etkilidir. Major hizmet futbolken, minör hizmeti dijital yayınlar olarak tanımlamıştık. İşin özünü anlayabilmek için biraz rakamlara bakalım.  2010 yılında Digitürk, Süper Lig yayın hakları  4 yıllık 1 milyar 668 milyon 532 bin dolar (yaklaşık 5 milyar TL) ile ihale ile kazanmıştı.  Minör hizmeti veren kuruluşun ihaleye ayırdığı para buyken Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın mali tablolarını incelediğimiz takdirde durumun hiç de iç açıcı olmadığını rahatlıkla görebiliriz. Kısaca Digitürk platformu majör hizmet sağlayıcıya bağımlı gibi görünse de esasında ceo’ların ceo’su şeklinde konumlanmakta. Bu üst akılın ya da üst yönetimin futbola etkisinin olmadığını söylemek için çok iyimser olmak gerekir. Bugün siyasiler bile takımları zikredip savunurlarken 20-25 milyon taraftar argümanını kullanmaktalar. Oysa çoğunluğu sadece rakamlardan ibaret olan taraftar sayılarının tutkularından bahsetmek da çokça yersiz görünmektedir.  Her şey bir yana ligdeki tutarsızlıkları görmek için istatistiklere bakmak yeterli olacaktır. Ligin en çok faule maruz kalan takımı olan Beşiktaş’ın rakiplerinin ligte görmüş olduğu kırmızı kart sayısı sadece bir. Buna karşılık Beşiktaş bir kırmızı kart görmüş ki kendisine yapılan faullerin yarısı kadar rakiplerine faullü müdahalede bulunmuş . Burada denetçi diye nitelendirdiğimiz hakemlerin kararlarının nasıl olduklarını tarafsız gözle izleyen herkes hiçbir istatistiğe gerek duymadan da anlayabilir. Birçok farklı istatistik de aynı neticeyi vermektedir. Bir futbol müsabakasını yöneten hakemin tarafsız olması adil olan herkesçe beklenir. Tıpkı devlet organlarının bütün vergi mükelleflerine aynı mesafede yaklaşması gerektiği gibi. Ne yazık ki hakemlerin üst akıllarca yönlendirildiğini birçok tutarsız kararda görebilmek mümkün. Aksi halde bunca insan işsizken mesleğini kaybetmek istemeleri akla çok da uygun değil.  Ancak Böyle bir ortamda hak aramak ya da doğruları söylemek amiyane tabirlerle nitelendirilmekte ve bu durum son derece tehlikeli bir vaziyet almaktadır. Ne yazık ki kısa vadeli sevinçlerin derin boşluklarında kaybolmaktan korkulmamaktadır. Psikanaliz bir tahlil yapılacak olursa – haddim olmayarak- bu durum bir bebeğin dürtüsel isteklerine cevap veren ebeveynin durumu geçiştirme çabasından farksızdır ve anlık zevk veren antidepresan haplar gibidir. Sanırım bu açıklamayla tribünlerdeki şiddetin yattığı temellere de kıssadan değinmiş olduk. Nepotizm, popülizm, pragmatizm (kısa vadede) ve diğer bütün kısa vadeli yaklaşımların futbol da dahil olmak üzere hiçbir sektörde başarıyı yakalaması mümkün değildir. Kimin çok taraftarı varsa onları kollayalım yaklaşımı son derece yanlıştır ve telafisi mümkün olmayan yaralar açmaktadır.  Dünya markası/takımı olmak bunların tam tersini yapmayı gerektir. Milyonlarca lira verilerek yapılan transferlerin ve elde edilen başarısızlıkların temelinde yatan nedenlerde bunlardır. Bu tiyatral ve bencilce yaklaşım devam ederse taraftarın lige bakış açışı “serin ligmiş kardeş”ten öteye gitmeyecektir ve tutkudan bahsetmek ise sadece yeşillik olacaktır.

Tutkuları insanı hayatın içinde kılar, yaşamak istiyorsa bir an evvel onlarla tanışmalıdır.

Kaynaklar:

http://www.bjk.com.tr/sirketlerimiz/futbol_as/mali_tablolar

https://media.fenerbahce.org/FB/media/FB/pic_lib/fbsportif/fener-2014-4-c-mali-tablolar_4637388.pdf

http://cdn1.galatasaray.org/files/sportif/bdraporlari/GS_Sportif_Konsolide_Rapor%20_31052015_FINAL.pdf

http://www.hurriyet.com.tr/maclar-digiturkte-kaldi-13473866

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir