Gerçek dünyanın Prensesleri

Tarih 02 Ekim 2003 saat 00:30 suları….
Hayatın benim için başka akmaya başladığı sıralar…
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…

***
Gelelim bir gün öncesine, yani 1 Ekim akşamına…
Saat 19:00 suları…
Bayrampaşa’daki işyerimden çıkmış Çekmeköy’e eve doğru gidiyorum.
Daha doğrusu gitmeye çalışıyorum. Daha da doğrusu ise duruyorum, bir hiçbir yere gidemiyorum.
Zira hiçbir araç ilerlemiyor.
Trafik bitik.
Klasik İstanbul manzarası…
Daha henüz Edirnekapı Şehitlik’teki tünel yıkılmamış, uzaktan görünüyor. Anlayacağınız üzere ben henüz daha Haliç’i bile geçmemişim.
Daha beteri de var, her gün Avcılar-Gebze gidip gelenleri biliyorum.
Neyse konuyu dağıtmayalım, birden telefonum çaldı. Arayan eşimdi ve gelen haber hiç hayra alamet değildi. Aslında hayırlı haberdi de, trafiğin hali ve görüntüsü durumu vahimleştiriyordu.
Oysa ki ben eşime daha öncesinde sıkı sıkı tembihlemiştim.
– “Sakın ola ki benim işe gidiş ve geliş saatlerimde doğurmaya kalma, bak sakın ha!”
Belki elli belki de yüz defa demişimdir, şakayla karışık…
O ne yaptı, trafiğin en kilit anında telefon açıp, “yetiş Hüseyin, doğuruyorum” dedi.
Hay bin köfte!
Ne yapacağız şimdi…
Saniyenin binde biri kadar zamanda düşündüm ve bizim enişte Ali geldi aklıma. Eşime sen kapat, ben seni arayacağım dedim ve akabinde enişte Ali’yi aradım. O bu saatlerde evde olurdu genellikle ve evet, evdeydi. Siz Hastaneye gidin ben geliyorum dedim, tamam dediler.
Ben o saatten itibaren neler yaptım hatırlamıyorum ama Koşuyolu’ndaki doktorumuza enişte Ali’den önce vardım.
Yani o trafikte nasıl bir araç kullandığımı siz tahmin edin.
Beni yakından tanıyanlar anlamıştır :)
Doktor kontrolü sonrasında doğumun yaklaştığı netleşti ve biz Kadıköy’deki hastanemize gittik. Oda ayarlandı, bekliyoruz.

***
Saat 21:45 suları, şampiyonlar ligi maçları oynanıyor. Chelsea ve Beşiktaş karşı karşıya…
Bizim enişte ve bacanak Beşiktaşlı, hal böyle olunca da maç seyredilmeden olmaz değil mi?
Odada televizyon var, maç şifreli değil.
Beşiktaş’ta özellikle Sergen döktürüyor o akşam. Maç çok keyifli, heyecan dorukta, derken Sergen ilk yarı iki gol atıyor. Bizim enişte Ali ve bacanak Halit sevinçten havalara sıçrıyor, hastane çınlıyor çığlıklarından. Aynı zamanda da hanımın doğum sancıları var, ellerimi parçalıyor tırnaklarıyla…
Onun sancı çığlıkları ile bizimkilerin sevinç çığlıkları karışıyor odada.
Nihayet sağlık görevlileri uyarıyor da bizimkiler biraz daha sessizliğe bürünüyorlar :)

**
Saatler ilerliyor, doktor bir gelip bir gidiyor, kontrollerde her şey normal. Bu arada biz daha öncesinde normal doğum kararı almıştık ama doktorun “isterseniz sezeryan yapalım” teklifi, giderek doğum sancıları artan eşime cazip gelmeye başlamıştı.
İbre sezeryandan yana dönmeye başlamıştı, devreye girmeliyim bir an önce diye düşündüm. Herkesi odadan dışarıya çıkardım. Eşimle konuştuk ve normal doğuma karar verdik bir kez daha…
Artık süre daralmıştı, saat 00:00 suları eşimi doğumhaneye aldılar.
Aradan geçen yaklaşık yarım saat süre benim için en uzun süreydi.
Nihayet müjdeli haber geldi.
“Bir kızınız oldu” dediler.
Dünyalar benim oldu sanki, yüreğim hafiflemiş, sıkıntılı bekleyiş süreleri bitmiş, yerini sevinç mi, mutluluk mu dersiniz (artık siz ne derseniz deyin) bir hafiflik, bir heyecan sarmıştı bedenimi…

***
Müthiş bir sevgiyle bağlandım ben kızıma…
Hatta bazen annesini kıskandıracak kadar :)
Bugüne kadar çok güzel zamanlarımız, anılarımız oldu.
İyi ki doğmuş, iyi ki hayatımıza, HAYATIMA girmiş.
Onu çok seviyorum, anlatılmayacak kadar çok hem de…
Bugün onun doğum günü, artık genç bir kız olma yolunda adımlarını atıyor.
Bugüne kadar nasıl ki her zaman yanındaydım, yine yanında olacağım.

***
Evet kızım, Pelin’im, kömür gözlerine kurban olduğum,
İyi ki doğdun. İyi ki varsın.
Mutlu yılların, Mutlu yaşların olsun.
Her kız babasının prensesidir biliyorum klişe ama ben de seni Prensesim olarak sevdim.
Sen de sevdin Prenses olmayı, biliyorum.
Hep böyle kalalım, sevgiyle…
Aramıza, gençlik yaşları, ergenlik, arkadaşlar, okul ve iş yaşamı, stres, sıkıntı hiç bir şeyin girmesine izin vermeyelim.
Sevgi her şeyi halleder.
Seni her daim (en çok) seven baban…
Öpüyorum çok!

H. Hüseyin YAYLA

Hüseyin Yayla Kimdir?

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir