Herkes anladığı kadardır…
08 Aralık 2012 Cuma gününü Cumartesiye bağlayan gece. Saat 24.00 suları. İbrahim Tenekeci’nin yakın tarihli yazdığı “Açıklayabilirim”, “Birlikte dirlik vardır” ve “Ah yalan dünyada” yazılarını okudum.
Bilenler için tekrar bilmeyenler için duyurmak olsun.
Tenekeci hem şair hem de yazar…
Ancak yazılarını kalemiyle değil ruhuyla yazan bir yazar.
Söz ustasının bu yazılarından kendimce öne çıkan ifadelerle sizleri baş başa bırakıyorum…
***
– Söz söylemek yerine, laf yetiştirmenin telaşı içindeyiz. En hayati konularda bile hemfikir olma ihtimalimiz neredeyse sıfır. Bakınız: Doğu Anadolu, Suriye ve yeni anayasa meseleleri. Revaçta olan, haddini bilmek değil, haddini bildirmek.
– Birbirimizi anlamaya değil, anlamamaya çalışıyoruz. Hatta bunun için özel çaba sarf ettiğimiz bile söylenebilir. Dolayısıyla, hem anlamıyor hem anlatamıyoruz.
– Anlam; zamana, mekâna ve insana göre değişebilir.
– Herkes anladığı kadardır.
– Bana öyle geliyor ki, anlaşılmak, hiç bu kadar kıymetli olmamıştı. Tesellimiz ise Sezai Karakoç’un şu dizesi olsun: “İnsandan insana şükür ki fark var.”
***
– Vatan edindiğimiz bu coğrafya, yüksek risk taşıyan bir bölge. Rahat bırakmadılar, bırakmıyorlar, bırakmayacaklar. Demem o ki, Selçukludan bu yana, ‘şu günler’ geçmedi, geçmez. Yahya Kemal, “Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan” der. Öyle.
– Nuri Pakdil’in şu güzel sözü aklıma geliyor: ‘Önce, titiz olma sınavını kazanmalıyız.’
– Her yeni kuruluş, ‘gün, birlik olma günüdür’ diyerek yola çıkıyor… Düzenini kurmuş bir düzensizlik…
– Maalesef, incelikleri geride bırakarak ilerliyor, çoğalıyoruz.
– Yusuf Genç’ten ödünç alıp söylersek, yaptığımız her toplantı, daha fazla dağılmamıza neden oluyor.
***
– Bu dünyada peşinden koşmaya değecek bir şeyin olduğuna inanmıyorum. İkinci otobüsün olmadığını bilsem bile, birincisinin peşinden koşmam.
– Dünyanın dilini bilmiyorum ve öğrenmeye de niyetli değilim. Çünkü bu dil, az harf ve çok rakamdan oluşuyor. Rakamlar, ağırlık yapar. Bize söylenen, ağırlıklarımızdan kurtulup öyle gelmemiz yahut gitmemiz.
– Bir hatıratta okumuştum. Seksen yaşını geride bırakmış bir edebiyatçı, ‘öleceğime üzülmüyorum, fakat doğmasaydım üzülürdüm’ diyordu. Bu ifadenin beni götürdüğü yer, ‘heves’ kelimesidir. Dünyaya geliyor veya gönderiliyor, hevesimizi alıp gidiyoruz. Az ya da çok.
– Şairin dediği gibi: Biz gidiyoruz dünya, sen çok yaşa e mi?
İnsanın hükmü, ancak gitmeye geçiyor.
– Doğduğum vakit, dünya, dört buçuk milyar yaşındaydı. Geldim, gidiyorum, dünyanın yaşını hâlâ dört buçuk milyar olarak kayıtlara geçiriyorlar. Olay bu kadar basit.
– Dünyaya ait hiçbir şey, bir insanın kalbini kırmaya değmez. Tekrar ve tekrar söyleyelim; değmez. “İşlerin en hayırlısı ise insanların gönlüne sevinç sokmaktır”
– Kötülük yapmak, dünya tarihi boyunca, herhalde hiç bu kadar kolay olmamıştı. Pusu kurmak bile ciddi bir emek isterken; sosyal medya üzerinden insanları karalamak, gönülleri yormak, sadece saniyeler alıyor.
– Dünyanın işleri ikiye ayrılıyor; yalan dünyanın yanlış işleri ve yalan dünyanın doğru işleri.
Ruhuna, eline ve klavyene sağlık…
Saat gecenin 01.13’ü
Yatmak ister gibiyim…
Klavyem tutukluk yapıyor ancak ağzımdan terennüm ettiğim kelime
“Yalan dünyanın doğru işleri”
Kalbinizin sahibine emanet olunuz…