Biyoyakıtlar fırsat mı yoksa tehdit mi?
Konvansiyonel enerji kaynaklarının sınırlı olması,
alternatif yakıt arayışlarını hızlandırmıştır.
Günümüzde benzin ve dizel yakıtına alternatif yakıtlar biyoyakıtlardır.
Bir biyoyakıtın gerçekten biyoyakıt olabilmesi için üretildiği hammadde son derece önemlidir. Yetiştirildiği yöredeki tarımsal üretim profili,
sosyoekonomik durum,
yetiştirildiği alanın biyoçeşitliliği sorgulanmalıdır.
Bu konudaki duyarlılık biyoyakıtların sürdürülebilir olmasının da anahtarıdır.
Günümüzün en popüler sıvı biyoyakıtlarından olan ve daha çok benzin ile harmanlanarak kullanılan biyoetanol;
Genellikle şeker pancarı, seker kamışı, mısır, buğday, patates gibi sekerli ve nişastalı bitkilerden elde edilmektedir.
Harmanlama oranına göre E2 (%2 biyoetanol + %98 benzin), E5, E10 ve E85 olarak adlandırılabilir.
Benzine karıştırılan etanol, benzinin emisyon kalitesini iyileştirdiği gibi yapısında bulunan oksijen, benzinin daha verimli ve temiz yanmasına yardımcı olur.
Bir diğer alternatif yaklaşımda biyodizel uygulamaları.
Biyodizel, motorin eşdeğeri bir biyoyakıt olup motorinle harmanlanarak kullanılabildiği gibi saf halde motorin yerine de kullanılabilmektedir.
Biyodizel; kanola, aspir, ayçiçeği, soya, pamuk, palmiye vb. yağlı bitkilerden uygun kimyasal/biyokimyasal süreçler sonucu elde edilir.
Biyodizel üretiminde dünyadaki en büyük aktör hiç şüphesiz Avrupa Birliği ülkeleri olup, hammadde olarak genellikle kanola bitkisi kullanılmaktadır.
1990’lı yıllarda başlayan biyodizel üretimi büyük bir trend ile artarak yükselmeye devam etmektedir.
En büyük üretici ülke Almanya ve Fransa’dır.
ABD’de biyodizel üretimi genellikle soyadan yapılmakta olup üretim her yıl artmaktadır. Avrupa Birliği, yüksek biyoçesitlilik değerine sahip olan alanlardan ve yüksek karbon stokuna sahip alanlardan elde edilen biyoyakıtları biyoyakıt kategorisine almamaktadır.
Ayrıca fosil yakıtlarla karşılaştırıldığında en az %35 sera gazı tasarrufu gerçekleştiren biyoyakıtları gerçek biyoyakıt olarak değerlendirmektedir.
Dünyanın pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkesi yeterli enerji kaynaklarından yoksun ve dışa bağımlıdır.
Ülkemiz de birincil enerji kaynaklarına göre %74,
petrole göre %92 dışa bağımlı bir ülkedir.
Özellikle ülkemiz gıda ürünlerini biyoyakıt üretimine kaydırmadan ve zarar verici bir arazi dönüşümüne neden olmadan,
tarımsal potansiyelini aktifleştirerek biyoyakıt üretimi önemsemeli ve uygulamalıdır.
Planlı bir enerji tarımını da içeren biyoyakıt programı ile istikrarlı adımlarla yol almalı ve gıda dışı hammaddelerden üretilen ikinci kuşak biyoyakıtlarla ilgili araştırma-geliştirme çalışmalarını da bu programa dahil etmelidir.
Bir süre önce medyada biyoyakıtlar hakkında yapılan yorumlar ve kopartılan gürültüler gerçekten uzak bir düzlemde gelişmiştir.
Çünkü biyoyakıtlar bütün problemlerimize çare olmayacak fakat dünyanın bütün gıda arzını da yutmayacaktır.
Doğru kullanılırsa; biyoyakıtlar hem iklim değişikliğine karşı bir silah hem de gıda dengesi kurulması koşuluyla,
ülkelerin yakıt arzı problemine bir sigorta politikası olabilir.
Bu arada plansızca yapılan biyoyakıt üretimleri de gerçekleşmektedir.
Tropikal bölgelerde yağmur ormanlarının kesilerek biyodizel hammaddesi olan palmiye ağaçlarının dikildiği basından izlenmektedir.
Bu son derece yanlış bir uygulamadır.
Bu nedenle biyoyakıtlar planlı yapılacak bir üretim ile alternatif bir enerji kaynağı olabilir. Türkiye sahip olduğu iklimi,
tarımsal yapısı ve tecrübesiyle
dünyada bir tehdit olarak yansıtılan biyoyakıt üretimini bir fırsata dönüştürmelidir.
Ancak bunun için öncelikli olarak teşviki arttıracak vergisel düzenlemeler yapılmalıdır.
Biyodizel; pek çok otomobil üreticisi firmanın araçlarında kullanımı için garanti verdiği, Avrupa Birliği’nin kullanım zorunluluğu getirdiği
ve
dünyanın bir çok ülkesinde ticari başarısını kanıtlamış çevreci alternatif bir yakıttır.
Ülkemiz kendi tarım potansiyelini kullandığında,
Avrupa’nın biyoyakıt üretim üssü olabilecek imkan ve kapasiteye sahiptir.
İlgililere ve ilgilenenlere duyurulur!