Kendi Havuzunuzda Boğulmayın

İstanbul’un göbeğinde bir hastanedeyiz; operasyon öncesi ve sonrası biraz bekleyeceğiz. Duruma göre öğleden sonra veya olmadı 1 gece kalarak taburcu olacağız.

Vakit de geçmiyor. Bakalım hastanede kablosuz internet iletişimi (wireless) var mı?

Aaa, varmış ama o da ne?

Giriş yapabilmek için TC kimlik no ve cep telefonu bilgisi istiyor.

Hımm.. CRM için güzel bir hamle, iyi düşünmüşler. Hastanenin müşteri ilişkileri departmanını tebrik etmek lazım. Bence tüm alışveriş merkezleri ve plazalar adına üzerinde düşünülmesi gereken bir proje. Hemen zihnimden bir sürü olasılıklar geçti, biz bunu nasıl kullanırız diye?

Bu arada da parmaklar çalışıyor:

1. deneme olumsuz…

2. deneme olumsuz…

3. deneme olumsuz…

Bütün söylediğim iyi kelimeleri geri alıyorum. Projeyi ortaya atmışlar, hatta hayata geçirmişler ama yaşıyor mu diye bakan yok.

Hemen aklıma bir toplantı odası geliyor. İlgili kişi süper bir projesi olduğunu söylüyor. Meraklı bakışlar karşısında gururla ayağa kalkıyor ve önceden hazırladığı sunumu paylaşıyor. Proje herkesin aklına yatıyor, güzel sonuçlar alınabilir. Herkes alkışlıyor…

Sonra ne mi oluyor? Tabi ki yalnız kalıyor. Herkes bu benim işim değil diyor ve bir kenara çekiliyor. (Sanırım bazı kıskançlıklar da olabilir. Tüh ulen, bunu niye ben düşünemedim ki? Bak alkışı da o aldı, patronun gözüne girdi… v.b. gibilerinden). Zaten onun da bir sürü daha işi ve görevi varken bu yeni projenin devamlılığı konusunda elinden bir şey gelmiyor.

Teknik destek lazım ama yok.

Verilerin depolanması ve kullanılması lazım, yok.

Yeni reklam ve iletişim çalışmaları hazırlanması lazım, o da yok.

O zaman neden bu proje var diye sormak lazım.

Eh işte, demek ki her şey o kadar da kolay değilmiş…

Peki, ne lazım?

Öncelikle bir projenin yaşaması için ekip çalışması lazım.

Ekip çalışması için heyecan lazım.

Heyecan için mutlu çalışan lazım.

Mutlu çalışan için motivasyon lazım, güven ve huzur ortamı lazım.

O lazım, bu lazım, lazım da lazım…

***

Her şey iyi gitti ve öğleden sonra hastaneden ayrılıyoruz.

İdari işler bir pusula verdi ve muhasebeye gidip hesabı kapatmamızı istedi.

Muhasebeye gittim ve ödemeyi yaptım. Faturamı istedim. Muhasebe faturayı kesmeden önce elime bir pusula verdi ve bununla servis katına çıkıp çıkış işlemi yaptırmamı istedi.

Anlayacağınız söz konusu herhangi bir ekstra kullanım var mı yok mu diye bakılacak ve onun da ödemesi alınacak.

Ok. Sorun yok. Aldım pusulayı servis katına çıktım. Servisin hemen girişinde bir banko ve bilgisayar vardı. Sabahtan beri bir hemşire orada bulunuyordu. Aynı zamanda da iğne, pansuman, tansiyon v.b. işleri yaparken diğer yandan da uygulanan her işlemin bilgisayara girişini yapıyordu.  Gözlemlerim doğrultusunda bizim çıkışı o yapacaktı ama yerinde yoktu. Personele sordum, onlar da bana sordular,

–          Ne yapacaksın?

–          Çıkış işlemlerimizin yapılması gerekiyor.

–          Tamam, ödemeyi yaptıysanız gidebilirsiniz. Sen o kâğıdı oraya bırak gereken yapılır. ( O anda da elimden kâğıdı çekip bankoya bırakıyor)

–          İyi de fatura almam gerekiyor ( kâğıdı tekrar elime alıyorum), çıkış işlemlerini yaptırmam söylendi.

–          Tamam, ağabeycim sen merak etme, hemşire hanım gelince yapar (kâğıdı elimden almak istiyor vermiyorum)

–          Bak sevgili kardeşim, benim fatura almam lazım. Muhasebe “Git, çıkış işlemlerini yaptır” dedi. Muhtemelen buradaki bilgisayarda bir işlem yapacaksınız ve muhasebe de bunu görecek, yani böyle bir sisteminiz var sanırım.

Başka bir görevli konuşmamıza katılır.

–          Ödemeyi yaptıysanız -zaten fazla kullanım da yok- biz çıkışı yaparız.

–          İyi de ben fatura alacağım, muhasebe bilgi bekliyor. Bilgisayarda hesabı kapatıp, fazla kullanım olmadığını onaylayacaksınız muhtemelen. Muhasebe de bunu görecek ve fatura kesecek.

–          Haa, anladım sen fatura istiyorsun.

–      Ben de zaten sabahtan beri size aynı şeyi söylüyorum, başka bir şey demedim ki. Ben size Türkçe olarak “Fatura istiyorum” dedim. Herhangi başka bir dil kullanmadım.

Görevli elimden kâğıdı aldı ve bankonun arkasına geçti. Gözlerini kısarak bilgisayara baktı. Sağ elinin işaret parmağını klavyenin üzerinde şöyle bir dolaştırdı ama hiçbir işlem yapmadı. Alnı kırışmış şekilde dudaklarını kemirmeye başlamıştı ki hemşire geldi:

–          Hayırdır?

–          Çıkış işlemi yapılacak

–          Tamam, ben yaparım

Kâğıdı aldı ve işlemleri yaptı. 1 dk bile sürmedi. Bu arada biz konuşurken hastamız tekerlekli sandalye ile çoktan çıkışa gitmişti bile. Hemen muhasebeye inip faturamızı aldım ve çıkışa yöneldim.

Yol boyunca hep aynı şeyleri düşündüm…

Siz ne kadar sistem ve metot kurup teknoloji ile bütünleşerek zamanı yakalamaya çalışırsanız çalışın kilit noktası hep çalışandadır.

Kalifiye çalışan yoksa her şey boşuna…

Kalifiye çalışanınız yoksa yapacağınız her iş, kuracağınız her sistem size bir beden büyük gelecektir. Kendini geliştiremeyen personel sizi de aşağı çekecek ve kendi havuzunuzda boğulmanıza neden olacaktır.

Vasıfsız personeliniz ile birlikte çalışırken küçük havuzlar inşa etmelisiniz!

Aksi takdirde havuzunuzu (işlerinizi ve projelerinizi) ne kadar büyük yaparsanız o kadar hızlı boğulursunuz.

Aman, ha…

H. Hüseyin YAYLA

Hüseyin Yayla Kimdir?

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

9 Cevaplar

  1. Gökhan dedi ki:

    vallahi üstadım, bir wireless’tan bu hikayeyi çıkardın ya, pes doğrusu, kalemine sağlık.

  2. Hakan dedi ki:

    Şu hep bahsettiğiniz kalifiye elemanı merak ediyorum doğrusu, şehir efsanesi mi gerçekten var mı :))

  3. Tuğba Oksal dedi ki:

    Okurken çok eğlendim :)

    Ellerine sağlık…

  4. oguz aydin dedi ki:

    aziz dostum,

    ben şunu anladım ; sen istediğin kadar milyonlarca liralık devasa plazalar yap,en kaliteli möble ve mefruşatı döşe ,yerlere bal dök yala misali hijyen ve temizliğe dikkat et, niteliksiz bir teslimatçıyla sistemini çökertebilirsin… doğru mu anlamışım ?
    ( eee biz otomotivciyiz ya ..)

    • H. Hüseyin Yayla dedi ki:

      Sevgili Oğuz Ağabeyim, daha doğru anlatamazdın :)) Ben de şöyle bir örnekleme yapayım; sadece ceket ve pantolonla takım elbise giymiş olmuyorsunuz, bunu ayakkabı, kemer, gömlek ve kravatla ve hatta mendiliniz, saç ve sakal traşınız, konuşmanız, üslubunuz, davaranış,hal ve hareketlerinizle de pekiştirmeniz lazım. Selam,sevgi ve saygılarımla…

  5. İpek Pekmezci dedi ki:

    O kadar doğru yazmışsınız ki… Her şeyden önce insan kalitesi geliyor. Tebrikler

  6. Sona Küçükyan dedi ki:

    Kaldı ki insan hayatının söz konusu olduğu hastane gibi kuruluşlarda vasıfsız personelin hiç işi olmaması gerekir.

  7. Leyla Polat dedi ki:

    Bu yüzden Türkiye’deki hiç bir hastaneye güvenmem. Dünyanın en iyi doktoru gelse, ne olur? Bir kişinin çok bilgili olmasındansa, her çalışanın gerekli bilgi donanımına sahip olmalarını tercih ederim. Böylesi bana daha güvenli geliyor. Tabii sağlam bir ekip çalışması da gerekli ki, bir kişinin hatası veya eksiği diğerleri tarafından farkedilip giderilsin.

  8. Gülseren dedi ki:

    her sektör böyle…gittiğim her yerde kavga etmekten bıktım :)))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir