Dingo’nun Ahırı

Hani hep dilimizdedir ya bu kelime, bir araştırayım dedim.

Nedir, kimdir bu Dingo, ahırı nerededir?

“Burası Dingo’nun Ahırı mı?” derken küfür mü ediyoruz yoksa hakaret mi ediyoruz, neler içeriyor bu kelime merak ettim doğrusu.

Araştırdım, karşıma birçok hikâye çıktı. Özellikle de yer konusunda farklılıklar var. Bu konuda farklı yerlere işaret edilse de hikâyenin özü hep aynı kapıya çıkıyor.

Evet, Dingo diye birisi var, ahır var, atlar var ama gerçek mi rivayet mi orasını bilemem.

Hikâyesi şöyle;

İstanbul’a elektrik gelmeden önce atlı tramvaylar, kent ulaşımı için vazgeçilmez bir unsurdu.

Bu atlı tramvaylar zamanında, tramvaylar iki atla çekilirken dik Şişhane yokuşunu çıkabilmek için Azapkapı’dan takviye at alarak yokuşu çıkabilirlermiş.

Kimi bilgiler burayı Dingo’nun ahırı olarak tarif ediyor.

Bazı bilgiler de ise Taksim meydanındaki sular idaresi ve Fransız konsolosluğu arasındaki yer olarak tarif ediliyor.

Neyse, biz hikâyemize devam edelim;

Tramvay bu haliyle Taksim’e kadar gelir, burada çıkarılan atlar bir ahırda bir süre dinlendirildikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak Azapkapı’ya götürülürlermiş.

Taksim’deki bu ahırı Dingo isimli bir Rum vatandaş (bazı bilgilerde Ermeni vatandaş olarak geçiyor) işletirmiş.

Yani anlayacağınız, gün boyu bir sürü atın gelerek bağlandığı ve dinlendiği yermiş bizim Dingo’nun ahırı. Bundan dolayı her daim hareketli bir mahal olması sebebiyle de kimin girip çıktığı belli olmazmış.

Bu sebepten günümüzde girip çıkanın belli olmadığı veya önüne gelenin girdiği yerlerde argo tabir ile “Burası Dingo’nun Ahırı mı” diye söylenir.

Bu argo tabirin dilimizde çokça kullanılmasından da anlayacağınız üzere, bizim insanımız mekânına öyle çok fazla giren çıkandan hoşlanmıyor.

İstemez öyle milletin elini kolunu sallayarak girip çıkmasını. Her yerin bir desturu vardır.

  • İyi de kardeşim bakmak ta mı yasak?
  • Yasak kardeşim

Hatta bugün birçok müşterinin en sevmediği hareket nedir? diye soracak olsam gelecek en fazla cevap;

“Tabi ki de satış danışmanlarının sıklıkla yaptığı ve içeri giren müşteriyi yakından takip etmesidir” olacaktır.

Özellikle ben bundan hiç hoşlanmam. Uzaktan gözlerinle rahatsız etmeden takip et kardeşim. Ben rahatça bakayım, gerekirse ihtiyaç duyarsam seni çağırırım.

Yurt dışı seyahatlerimde en çok dikkatimi çeken olay siz istemeden yanınıza kimse gelmiyor.

Tekrar Dingo’nun Ahırına dönecek olursak, bu kelimeye tam anlamıyla uyan mekân Fransa-Paris- Champs Elysees (Şanzelize) deki Renault L’Atelier (Atölye) dir. Kimin girip çıktığı belli olmayan, içerideki tüm ürünlere dokunabildiğiniz, sergilenen araçlara inip binebildiğiniz ve çok rahat edebileceğiniz bir yer. Apple’ın mağazası da öyle. Gerek Fransa’da gerek Çin’de ve diğer yerlerde de gördüğüm kadarıyla bu, markanın bir kültürü. Yani ülkeye özgü değil. Bu da, neden bu kadar çok sattığını ve marka olabildiğinin en iyi göstergesidir diyebiliriz.

Konuyu uzatmayalım, benim aklıma yatan ve kalbimden geçen de budur.

İsteyen dilediği gibi gelsin, baksın, dokunsun ve gitsin. O an alması veya almaması çok da önemli değil. Önemli olan o mekânda rahat ve huzurlu olduğunu hissetmesidir.

Hiç belli olmaz, belki de bir gün bir mekân açarsam adını “Dingo’nun Ahırı” koyabilirim.

H. Hüseyin YAYLA

Hüseyin Yayla Kimdir?

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir