Şehir Tasarımında “Otomobil ve Ulaşım”
Bugünkü haliyle tüm yaşamsal aktivitelerimizin orta yerine derinlemesine yerleşmiş olan otomobil ve ondan kaynaklanan otomobil bağımlılığı bize; hava kirliliği, iklim değişimi, petrol bağımlılığı, asosyalizasyon, gürültü, stres, boşluksuz/sıkışmış kentsel alanlar, ekonomik çöküntü, hıza ve hazza dayalı aktiviteler ve içi doldurulmamış bir yalnızlık olarak geri dönmektedir. Bu bağımlılığın sadece caddelerde değil, aynı zamanda zihinlerimizde oluşturduğu trafik, bizleri akışkanlığını yitirmiş, ev ve iş arasında gidip-gelen metal bir kapsülün eklentileri haline getirmiştir.
***
Durum, “Kent ve otomobil, her ikisi de ne kadar mükemmel olursa olsun, beraber her zaman mükemmel olmayabilirler” diyen Durning’i haklı çıkarır mahiyettedir. Çünkü bir kenti kent yapan, ortasından geçen otobanlar, hızla akan trafik, susmayan kornalar, gürültü ve egzoz emisyonları değildir elbette.
***
İnsanların artan otomobil aşkı ve bağımlılığıyla oluşan trafik sıkışıklığı büyük toplumsal sıkıntılara ve ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Günümüze kadar bu problemin çözümü için yolların kapasitesinin artırılması kısa vadeli rahatlamaya neden olmuştur. Bu tür önlemler, Glen Heimstra’nin ifadesi ile “obez bir insanının kemerini gevşeterek kendisini tedavi edeceğini düşünmesine benzetilebilir”. Bir diğer ifade ile “trafik tıkanıklığını çözmek için yolları genişletmek, obeziteyi tedavi etmek için kemeri gevşetmek gibidir. Başlangıçta biraz rahatlarsınız fakat daha sonra şişmanlamaya devam edersiniz”.
***
Kısa mesafeli yolculuklarda motorlu taşıt kullanımından ziyade bisikletli ve yaya ulaşımının desteklenmesi ile gerek trafik gerekse çevre kirliği problemleri belli oranda çözülebilecektir. Bu şekilde hem kişilere spor-eğlence olanağı sağlanmış olacak, hem de araç ile yapılacak kısa mesafeli yolculuklar büyük ölçüde azalacağından trafik yoğunluğunda düşmeler sağlanabilecektir.
***
Bir kenti kent yapan, çeşitliliği bir arada tutabilmesi ve buna rağmen huzur verebilmesidir. Oysa otomobil ve otomobile dayalı ulaşım, başlangıçta zamanda ve mekânda özgürlük sağlayacağı hayal edilen müthiş icat, şimdilerde uzayan erişim ve ulaşım sürelerinden dolayı geçen her bir zaman diliminde günlerimizi kâbusa dönüştürmektedir.
***
Şehir yönetimi bağlamında kapsamlı ve sürdürülebilir bir ulaşım politikasına dayanmayan ve plan bütünlüğü içinde değerlendirilmeden yapılan yatırımlar kentin ulaşım sorunlarının çözülmesini güçleştirmektedir. Sürdürülebilir bir ulaşım ve trafik yönetimi için, ulaştırma sorunlarını tanımlama ve bu sorunlara çözüm geliştirme konularında düşünce biçimimizi ve anlayışımızı değiştirmek gerekmektedir.
Yaşanabilir, nefes alınabilir, yürünebilir, bisiklete binilebilir, insana ayrılması gereken mekânları otomobiller tarafından işgal edilmemiş, raylı, kara, deniz ve havayolları taşıma sistemi kabul edilebilir düzeyde hizmet veren, ormanlarında, parklarında gezip oynanabilir bir şehir ya da makro düzeyde ülke için yapılması gerekenler ilgili yöneticiler ve “kamusal mekân psikologları, mühendis ve mimarları” tarafından yapılmalıdır. Aksi takdirde daha konforlu yaşamak için inşa edilen şehirler; içerisinde yaşayanları sıkacak, bunaltacak ve kendisinden uzaklaştıran bir yaşam alanına dönüşmüş olacaktır.
***
Oysa yaşamda her şey “insan” içindir. “İnsanı merkeze” alan çözümlerde çıkış noktası kent içinde hareket halindeki insanları en güvenli, en konforlu, en etkin, en ekonomik, en sağlıklı, an az stresle ve en kısa sürede gitmek istedikleri noktalara ulaştırmak olmalıdır.
Bu amaç mevcut paradigmanın değişmesini gerekli kılmaktadır. Bunun esasında “insana her şeyin emanet bırakıldığında yatmaktadır. Bu ilke, yapılan her çalışmanın değişmez temel ilkesi olarak benimsenmelidir”. Bu benimsendiğinde hem sosyoekonomik hem de ulaşımdan beklenen sürdürülebilirlik1 ilkelerinin ötesine geçilmiş olacaktır.
***
Bir sonraki yazımızda “Ulaşım Planlaması” konusunu masaya yatıracağız. Şimdilik sağlıcakla kalın.
Not 1:
1 “Sürdürülebilir bir şehir içi ulaşım” politikası; başta imar uygulamalarını, otoparkları, toplu taşıma sistemini, trafik yönetimini, yol altyapısını ve arazi kullanımındaki değişimleri gözeterek; güvenli, akıcı, ucuz, çevre dostu ve sosyoekonomik hayatın sürdürülebilirliğini sağlamalıdır. Bu ilke otomobil ve şehir ikilisinde, “şehirleri araçlara uydurmaya çalışmak” yerine sürdürülebilir ve yaşanabilir bir kent için, “araçların şehirlere uydurulması”nı öncelemeyi gerektirir.
Not 2: Bu köşe yazısı Geleceğin Şehri Sempozyumunda tarafımdan sunulan “Geleceğin Şehirlerinde Araç ve Trafik Yönetimi: İstanbul Örneği” isimli makaleden derlenmiştir.