Kent yaşamında konfor arayışı ve araç sahipliği
Kent yaşamında otomobiller, günün büyük bir bölümünde, arsa değeri yüksek, yoğun olarak iş alanlarının, alış-veriş merkezlerinin, kültür ve eğitim kurumlarının yer aldığı ve alan kısıtlarının bulunduğu kent merkezlerinde, kullanılmadan bekletilmektedir.
Bu durum otopark “arama trafiği”nde artışa ve kentin genel trafiği üzerinde önemli bir yük oluşmasına sebep olmaktadır.
Dolayısıyla kent merkezindeki trafik problemlerinin daha da büyük boyutlara taşınmasıyla yaşam konforu da düşmektedir.
Kanaatimce durumun ciddiyetini aşağıdaki bazı rakamlarla daha iyi anlayacağız ve global riskin boyutlarını daha iyi kavrayacağız.
2020 yılında dünya araç parkının 1,1 milyar olacağı tahmin ediliyor.
Peki ya nüfus?
Nüfus ise çocuklar dahil yaklaşık 7,5 milyar olacak.
Yani araç sahipliğinde her 100 kişiden 15’nin (başka bir ifadeyle 150 araç/1000 kişi) bir araca sahip olacağı.
Bunu doğrusal bir yaklaşımla açıkladığımızda,
bu araç parkının dünyanın çevresinin 125 katı olduğu!
Bugün bazı batı vilayetlerinde araç sahipliğinin %50’leri bulduğu buraya not düşülmeli.
Ayrıca günümüzdeki araç parkının %98’nin benzinli ve dizel motorlu olduğu da.
Bu durum sınırlı petrol kaynaklarından dolayı,
Biyoyakıtlar, gaz (LPG ve CNG), elektrik ve hidrojen gibi
yeni arayışları daha da hızlandırdı.
Ancak daha da hızlandırmalı.
Peki, tüm bu durumlar nasıl düşünülüp, değerlendirilmeli ve çözülmeli?
Tabii ki mühendislik yaklaşımıyla.
Yani planlama, tasarım, yapım ve işletimin birlikte düşünülmesiyle.
Trafik problemlerini çözmede, en üst sırada yer alan otomobil sahipliğinin azaltılması
ve
toplu taşıma sistemlerinin daha yoğun kullanılması politikalarına karşılık,
mevcut sistemlerin, uygulama yanlışlıkları veya planlama yetersizlikleri sebebiyle
kapasitelerinin altında çalıştırıldıklarının da göz ardı edilmemesi gerekir.
Bu durumun en somut örnekleri de otoparklar ve çözülmesi gittikçe zorlaşan otopark problemleri konusu.
Durum hem yerelde hem de globalde benzerlikler gösteriyor.
Artık reel-politik politikalardan kurtulup, köklü ve kalıcı politikalar ve uygulamalar benimsenmeli.
Hem biz hem de insanlık bunu bekliyor.
Çünkü bildiğim kadarıyla insanın yaşadığı başka bir evren yok.
Üstüne üstlük yaşam merkezimiz olan evrenin korunması da insana yüklenmiş bir görev
Birlikte hem kendimizi hem de evreni koruyalım.
Emanete ve emanetimize sahip çıkalım.
Çünkü bir gün bunun hesabı hepimize ayrı ayrı sorulacak.
Ne mutlu hesabını verebilecek olanlara.
Hayırlı haftalar dilerim.